twitter

27 Mart 2015 Cuma

Milli ! Takım


Milli takım araları artık birçok futbolsever için çabucak geçmesi istenen günler olarak algılanıyor. Hele de bizimkisi gibi bir milli takıma sahipseniz... Milli kelime anlamı olarak milletle ilgili, millete özgü anlamlarına geliyor. Bizim Milli takımımızın maalesef artık millete özgü bir yanı kalmadı.

Milli heyecanımızın da futbol sevgimiz gibi hem kendimiz hem de global ölçekte “overrated” değerinden fazla görüldüğü kanaatindeyim. Milli maçlara tek tip formayla gitme becerimizin bir türlü gelişememesi de bunun en basit örneğidir. Ülkemizde tararfarlık milli takımdan önce geliyor olsa gerek tuttuğumuz takımın formasını giyerek milli maça gitmek daha cazip geliyor. Ama televizyonda Hollanda’yı turuncu ağırlıklı tribünler önünde izlerken de bakın adamlar yapıyor demekten de kendimizi alamıyoruz.

Hollanda maçı öncesi çağrılan aday kadroda öyle isimler var ki değil milli takım kendi takımlarında bile oynamaları soru işareti. Hangi kriterlere göre kimler tarafından seçiliyor bilinmez ama kaybolan milli heyecanı geri getirecek oyuncu grubunun bu aday kadro olmadığı düşüncesindeyim. Olası bir Hollanda galibiyeti de bu fikrimi değiştirmeyecek.

Oyuncu bazında tabii ki kim seçilirse seçilsin bu isim neden alınmadı diye bir tartışma yapılacak ama öyle fahiş öyle enteresan seçimler yapılıyor ki insan seçimlerdeki adaleti sorgulamadan edemiyor. Şu an Türkiye’nin tartışmasız en iyi yerli stoperi olan Egemen’in kadroda dahi olmayışı büyük bir skandaldır. Egemen’in yerine alınan oyuncular kendi takımlarında bile kimi zaman ilk tercih olmazken bu seçime akıl erdirmek mümkün değildir. Bir Galatasaray taraftarı olarak Hakan Balta, Hamit Altıntop, Umut Bulut gibi isimlerin milli takımı hak edecek hangi performansı hangi maçta sergilediğini merak ediyorum. Özellikle Hakan Balta’nın son Kasımpaşa maçında teknik yetersizliğinin ve yavaşlığının kabak gibi ortaya çıkmasına rağmen milli takıma alınması fiyaskodur.

Mert Günok Fenerbahçe’de Volkan’ın yedeğiyken nasıl oluyor da Milli takıma Mert çağrılırken Volkan çağrılmıyor. Sebep davranış bozukluğu ise Gökhan Töre ve Emre Belözoğlu’nun takımda işi ne? Ömer Toprak saldırıya maruz kaldığı için mi cezalandırılıyor ? Nadir Çiftçi sakatlığı olmadığı zaman Umut Bulut'tan kötü mü yoksa formsuz mu? Muhammed Demir ne zaman bu kadronun bir parçası olabilecek?

Her dönemde Milli Takım kadroları tartışma konusu olmuş dışarıda kalan iyi oyuncuların haksızlığa uğradığı konuşulmuştur. Tayfun’un 2002 Dünya Kupası kadrosunda olmayışı sonrası yaptığı telefon bağlantısındaki üzüntüsünü paylaşmamak olmaz ama bu dönemde yaşanılan süreç tamimiyle anlamsız ve adaletsizdir.

Hak edenin formayı aldığı, hatır gönül işlerinin bir kenara bırakıldığı bir Milli takımı kendi takımının formasıyla da olsa tüm Türkiye’nin destekleyeceği düşüncesindeyim. Ama bu düzen içinde kendi Milli oyuncusunu ıslıklayan seyircileri görmeye devam edeceğiz gibi gözüküyor. Başarı bekleyenler içinse; “Adaletin olmadığı yerde başarı olmaz”



26 Mart 2015 Perşembe

F1 ve tarihi rekabetleri



Formula 1 motor sporlarının şahı ise bu durumun oluşmasında araçların, pistlerin, takımların kalitesi kadar pilotlar arasındaki rekabetler de rol oynamıştır. Özellikle eşit şartlarda yarışan aynı takımın pilotlarının rekabetleri takımın kime öncelik verdiği taraftarları kimin arkasına aldığı konularında tartışmaya mahal verirken rekabetin de dozunu arttışmıştır. Kimi zaman da yarışçıların zıt karakterleri ve sürüş şekilleri onları diğerlerinden farklı yapmış ve sporun geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır.



Lauda vs Hunt

2015 Malezya Grand Prix’si öncesi bu rekabetlerden bazılarını ele alan telegraph’a saygılar sunarak devam ediyoruz. (filmi izlemediyseniz spoiler barındırır) İlk olarak Rush filmiyle akıllara kazınan Niki Lauda ve James Hunt rekabeti gözümüze çarpıyor. Disiplinli ve pragmatist yaklaşımıyla Lauda’nın karşısında kontrol edilemeyen, eğlence düşkünü ama bir o kadar da korkusuz bir yarışçı olan James Hunt’ı görüyoruz. Tıpkı filmde Lauda’nın dediği gibi Hunt asla gerçek bir şampiyon olamadı birkaç yarış kazandı çünkü agresifti ama tüm sezonda Lauda’nın kalitesine yaklaşması imkansızdı. James Hunt’ın şampiyon olduğu sezonda Niki Lauda’nın feci bir kaza geçirerek sezonun bir bölümünde yarışamadığını ve mucizevi biçimde geri dönüp son yarışa kadar şampiyonluğu kovaladığını belirtmek gerekiyor. Nitekim son yarışta yağmur nedeniyle Lauda yarıştan çekilmiş Hunt da bu sayede şampiyonluğa ulaşmıştır.



Senna vs Prost

Senna genç bir sürücü olarak Monaco’da Prost’u geçmek üzereyken F1 yönetimi tarafından elinden alınan birincilik sonrasında başlayan rekabet. İkilinin aynı takımda buluşmasıyla zirve yapmıştır. Senna’nın önlenemez yükselişine ve taraftarların her geçen gün artan sevgisine karşı Prost’un F1 yönetimi ile iyi olan ilişkileri bu rekabetin başlıca unsurları olmuştur. Prost her ne kadar tarihin en iyi pilotlarından biri olsa da rekabet ettiği kişinin Senna olması onu bu hikayenin kötü adamı yapmaktadır. Şampiyonluğu belirleyen iki yarışın bu ikilinin kazaları sonucu belirlendiğini düşünürsek tarihin en büyük ikili mücadelesinden bahsettiğimizi anlayabilliriz.



Webber vs Vettel

Şampiyon olmak ile kahraman olmak arasında fark vardır. Bana göre Vettel vatandaşı Schumi’nin izinden giderek F1’e ambargo koyup şampiyonluklar kazansa da Senna, Lauda ya da Schumi gibi kalpleri kazanamamıştır. Turkiye Grand Prix’sindeki kazadan sonra ayyuka çıkan gerilim takımın Vettel’e öncelik vermesi, Vettel’in takım emirlerini dinlemeyerek Webber’i geçmesiyle zirveye tırmanmış. Bu süreçte Webber halkın desteğini Vettel ise şampiyonlukları kazanmıştır.



Hamilton vs Rosberg

Mercedes’in tüm takımları geride bırakarak yaptığı harika araç sonucunda yenilmez olarak görülen ikili aynı takımı paylaşan rakiplerden. Ferrari’nin sürpriz bir atağı olmazsa tek rakipleri kendileri olacak. Belçika’daki kazayla oluşan bu gerilim her geçen gün tırmanıyor.