Kitleleri peşinden sürükleyen iki
spor dalı olarak futbol ve basketbol Türkiye’de diğer spor dalları arasında popülerlik
derecelendirmesinde ilk iki sırada yer almaktadır. Futbol ülkemizde tartışmasız
bir biçimde en çok ilgi gösterilen spor olmakla beraber son dönemde bu ilginin
karşılığını başarı, heyecan, adalet ve seyirciyi tatmin olarak takipçilerine geri
verememektedir.
Ülkemizde Futbol, yayıncı
kuruluşun büyük miktarlı maddi katkısından sonra marka değeri maskesi altında
temelsiz bir büyüme sürecine girdi. Bu maddi gelişmeye bir başka katkı da bahis
şirketi “İddaa” firmasının kulüplere verdiği ekonomik imkânlar oldu. İlk bakışta
kulüplerin gelirlerini arttıran marka değerini yükseltecek hamleler gibi
gözüken bu gelir kalemleri, başa gelen kapasitesi sınırlı yöneticilerin de
mühim katkısıyla ülke futbolunun dibe vurmasında başrol oynadı.
Kulüpler ve federasyon bu
gelirleri elde edebilmek için her türlü saçmalığa evet demek zorunda kaldı. Bu
durumun en büyük örneği ise 2011-2012 yılında şike soruşturmasının yayıncı
kuruluşun gelirlerini düşürme olasılığı durumuna karşı ortaya atılan Süper
Final fikri oldu. Hak eden takımın puanları haksızca silindi. İddaa sonrası alt
liglerde ortaya çıkan skandal maçlar işin dikkate alınmayan yüzü olurken süper
ligde de durum pek farklı değildi. Marka değeri diye başa gelen yöneticilerin
insan hakları ihlali olan yabancı sınırını ortadan kaldırmak yerine x+y kadar
yabancı oynayabilir çözümleri takımların olmayan bütün dengelerini bozdu. Yerli
oyuncuların emek sarf etmeden kazandıkları milyonlar ve yerli oyuncularımızın gelişime
açık olmayan futbol vizyonları, milli takımı da dibe doğru sürükledi.
Basketbolda da durum pek farklı değildi.
Yabancı sınırı saçmalığı devam ediyordu ki nihayet İbrahim Kutluay gibi değerli,
vizyon sahibi spor adamları bu haksızlığı sürekli dile getirerek Federasyonun
aklını çelmeyi başardı ve yabancı sınırı ortadan kaldırılarak “basketbolsuzluk”
safsatası sona erdirildi.
Yapılan yatırımların karşılığının
alınıyor olması ülke basketbolu açısından önemli ve sevindirici bir durum.
Futbola göre cüzi yatırımlara rağmen Basketbol A Milli takımımız düzenlenen her
Avrupa Şampiyonasına katılıyor. Dünya Şampiyonalarında iz bırakabiliyor. Her şeyden
önemlisi alt yaş kategorilerinde Avrupa Şampiyonlukları ardı ardına gelmeye
devam ediyor.
Bir ülkenin spordaki geleceği
nokta için ilk bakılması gereken yer eğitimin başladığı yer olan alt yaş
kategorileridir. Basketbolda bu süreklilik sağlanmış gözüküyor. Kosova’dan
Makedonya’dan Bosna Hersek’ten Slovenya’dan gelen Osmanlı tebaası basketbol
oynamak için Türkiye’yi tercih ediyor. Kendileri için Türkiye’nin Nba ve
Euroleague yolunda faydalı bir basamak olacağını düşünüyorlar.
Yatırım-Başarı perspektifinden
duruma Galatasaray kulübü özelinde baktığımızda futbol takımına yapılan
yatırımın yanında basketbol branşına verilen ödenek komik bir rakam olarak göze
çarpıyor. Futbol takımı Şampiyonlar liginde gruptan 1 puanla sonuncu olarak
elenirken, basketbol takımı alacaklarını alamayan oyuncuların kulüpten
ayrılması nedeniyle 7-8 kişi mücadele etmek zorunda kaldığı grup aşamasının son
maçlarını zeka, yetenek ve istekle lehine çevirerek Top 16’ya çıkmayı
başarıyor. Bu başarının tek tek kahramanlarını anlatsak başka bir başlık açmam
gerekir. O 7-8 oyuncuyu yazmasam da onlara haksızlık etmiş olurum (Arroyo,Kerem,
Ender,Sinan,Erceg,Micov,Young,Pocius koç Ergin Ataman) Yönetim, futbol
takımında hocayı sevmedikleri için oynamayacak ve takımı bataklığa sürükleyebilecek
mentalitedeki oyuncuların maaşlarını artırırken, basketbolcuların hak ettikleri
paralarını ödemekten aciz bir görüntü sergiliyor.
Zorluklara Rağmen Top 16 yapan GS Basketbol Takımı |
Üvey evlat muamelesi gören
basketbol takımı, hiçbir şey yapmadan bütün ilgiyi üzerine çekmeyi başaran esas
oğlan futbol takımına inat her kulvarda başarılı olmaya devam ediyor. Kısıtlı imkânlarla
kendinden kat be kat daha iyi durumda olan rakipleriyle mücadele ederek
başarılarını yönetimin gözüne sokuyor.
Yönetim ise geçen seneden
başlayan ilgisizlik ve kötü yönetiminden taviz verecek gibi değil, Türkiye Ligi
final serisinde bütçe olarak daha iyi bir ekip olan Fenerbahçe karşısında
Galatasaray hiç boyun eğmedi hatta deplasmandaki son maçta bariz hakem hatasıyla
maçı kaybetti ama seriyi 3-3 yaptı ve final maçına çıkmayı bileğinin hakkıyla
kazandı. Yönetimin cevabı ise maça çıkmayacağız oldu Asalet yalanlarıyla ben dâhil
birçok sporseveri o dönemde kandırdılar. Takımın yıldızı Arroyo bu duruma “şampiyon
olma şansımız elimizden alındı çok üzüldüm” diyerek sitemde bulundu, sonuna
kadar da haklıydı. Federasyon çifte standart uyguladı doğru, ama 3 maç kazanan
oyuncular teknik heyet ve taraftar o son maça çıkmayı sonuna kadar hak etmişti.
Asalet yalanının ortaya çıkışı
ise Furkan Aldemir’in Nba’e gidişiyle oldu. Takiben Jawai, Aradori de takımdan
alacaklarını alamadıkları için ayrıldı. Eğer Galatasaray kulübünden bir oyuncu
alacaklarını alamadı diye ayrılıyorsa orada “asaletten” bahsedilemez. Asalet
hak edene emek verene hak ettiğini zamanında verebilmektir. Asalet işçiye
ödemesini alnındaki ter kurumadan yapabilmektir. Floryadan dışarıya atmak
değildir.
Hak edene hak ettiği değer
verilen adaletli bir yönetici profili ve yönetim kadrosunun federasyon ve
kulüplerimizin başına geçmesini dilerim. Nitekim adaletin olmadığı yerde başarı
olmaz belki hileyle gelen başarı olur ama o da kalıcı olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder